Jean-Paul Sartre, başlıca felsefi eseri olan “Varlık ve Hiçlik” te insan bakışının gücünü bir varoluşsal olumlama olarak tarif eder. Bir kişinin yüzüne bakıp onu sadece bir insan olarak algılamaktan öte onun da sizi fark ettiğini görmek Sartre’a göre kişinin özbenliğini geliştirmesi için gerekli bir etkileşimdir. Belki de fotoğraflardaki o boş bakışların birçoğumuzu psikolojik açıdan rahatsız etmesinin nedeni budur. Bir başkasının gözlerinde farklılık ya da kişi olduğunun habercisi olan bir işaret görmediğimizde kendi benliğimiz sarsılıyor ve kontrolü kaybediyoruz. İşte bu yüzden Doctor Who dizisinin Steven Moffat’inin yarattığı canavarları ve yukarıdaki fotoğrafı korkunç buluyoruz.
Bu tarz fotoğrafları görünce insan düşüncelere dalıyor. Acaba Sartre ya da Jacques Lacan gibi derin düşünen filozofların beyinlerindeki nörobiyolojik mekanizmalar nasıldır? Gündelik yaşantımızda yüzleri tanımaya karşı beslediğimiz takdir ve duyduğumuz güven bizleri; kendi benliğimizi ve diğerlerinin benliğini tanımlamamıza kökten bağlı bir evrimsel tarih olduğu fikrine götürüyor. Bu tür ayrımlar evrimsel bir zaman çizelgesinin neresinde ortaya çıkıyor? Başka nerede bilim ve felsefe çakışıyor?
Yukarıdaki fotoğraf bir Fransız fotoğrafçı olan Ouentin Amaud’nun “Biçim” adlı sergisinden alınmıştır. Bu adreste sergiye ait fotoğrafları bulmak mümkündür.