21.yüzyılın başlarında, etkilerini her geçen gün daha fazla hissettiğimiz küresel ısınma hiç şüphesiz en büyük etkisini dünyanın su rezervleri olarak adlandırılan, kutuplardaki buzullara yansıtıyor. Artan sıcaklık değerleri sayesinde erimeye başlayan buzullar, okyanus seviyelerinde ciddi artışlara sebebiyet veriyor.

Uluslararası bilimciler tarafından bakıldığında, elde edilen bilgilere göre yalnızca 1C’lık bir artış bile okyanus seviyesinde 1 metrelik bir artış meydana getirebilir. Bunun sonucunda, ortaya çıkacak olan tablo geniş bir alanı etkiler düzeyde olacak; Uruguay’da %0.05’lik, Mısır’da %1’lik,Hollanda’da %6’lık,Bangladeş’de %17,5 ve Okyanusya daki Majua mercan adasında yaklaşık %80’e kadar olacak olan toprak kayıpları( Maldiv adalarının sırayla su altında kalması). Yaşanacak olan bu bir metrelik artış, gelişmekte olan ülkelerdeki 50 milyondan fazla insanı etkilemesiyle yaratacağı etki oldukça ciddi. Ama asıl darbe ikinci artışla gelecek. Vietnam, Mısır, Bangladeş, Guyana ve Bahamalar gibi ülkeler gelen su baskınlarıyla yerleşim yerlerinin yoğun olan bölgelerini ve en verimli topraklarına sahip alanlarını kaybedecekler. New York, Shanghai, Miami gibi kıyı bölgelerde yoğun nüfusa sahip yerleşim yerleri 250 milyona kadar ulaşan iklim mültecilerinin ve %9’luk milli gelir kaybına sebebiyet verecek. Bunların hepsi eğer şartlar böyle devam ederse yüzleşilmesi gerekecek koşullar.

Tüm bu tehditlerle başa çıkmanın bir yolu olarak gelecekte yüzen şehirlere ihtiyaç duyabiliriz. Okyanusla uzlaşmanın yolunun, onu yeni şehirlerimize bir ev sahibi olarak görmekten geçtiğini düşünen Bulgar mühendis Vincent Callebaut, bu yönde öncü olarak tasarladığı yüzen şehirlerle, denizde yüzen ekosistemler oluşturmanın tüm bu mağdur iklim mültecilerine çözüm niteliğinde olacağını düşünüyor.

Vincent Callebaut’un Lilypads ismini verdiği şehir projesi, doğayla bütünleşmiş halde teknolojik bir ada şehir sunuyor. İlham kaynağı olarak nilüfer-giller familyasında bulunan Amozonia Victoria Regia bitkisinin yaprağı alınmış ve 250 kat büyültülmüş şekli ile bir mimari oluşturulmuş. Callebaut’un yarattığı tüm projelerindeki gibi tema yeşil yoğunluklu. Şehir kendi kendine yetebilen ve doğa dostu bir konseptte. Toplam olarak 50.000 kişilik bir nüfusa sahip olacak şehir, enerjisini yenilenebilir kaynaklardan sağlıyor. Bunların başlıcaları güneş enerjisi, gelgit, fotovoltaik, rüzgâr, hidrolik ve termal enerji. Şehirdeki içme suyunu da kendi bitkilerinin topladığı yağmur sularından sağlanması düşünülüyor.

Şehrin bir başka artısı, karbondioksit ve diğer atık maddeleri geri dönüşümle kullanabiliyor olması. Yüzeyi titanyum dioksit (TiO2) ile kaplı olan şehir, ultraviyole ışınlarıyla reaksiyona girerek foto Katalizör etkisiyle atmosferdeki atığı da toplamaya imkân veriyor. Kendi yiyecek ihtiyacına da kendi bahçeleriyle sonuç getiren şehir, tüm bunlar sayesinde dışa bağımlı olmamak dışında, harcadığından daha fazla enerjide üretiyor.

Şehir üç dağı andıran temel yapısıyla evleri, iş yerlerini, eğlence alanlarını ve bio-çeşitliliği yüksek bitki örtüsüyle büyük bir ekosistem oluşturuyor. Merkezde bulunan büyük bir göl ve gölden başlayarak büyük bir ağ sistemi şehri sarıp sarmalıyor. Sahip olduğu üç liman sayesinde dışarıdan ulaşımı düşünülmüş olan şehrin göz alıcı bir mimarisi var. Lilypads şehirleri ya kıyılarda sabit halde bulunacaklar ya da kıyılara yakın bölgelerde okyanus akıntılarıyla kuzeye ve güneye ilerleyip duran bir yörüngede seyahat edecekler.

Kağıt üzerinde, inanılmaz derecede göz alıcı olsa da, büyük harcamalar gerektirdiği için, gerçeğe dönüştürülmesi kısa vadede pek olası görülmeyen proje büyük umutlar vaat ediyor. Eskiden artan nüfusun sonucu olarak gökyüzüne yükselen yapıların ve uçan şehirlerin hayalini kuruyorduk. Callebaut  bu yeni proje sayesinde ufkumuzu genişletmeyi başarmış durumda; artık yüzen eko-şehirler çözümün bir parçası.